Erman Kunter: Fenerbahçe Beko’nun Final Four’a Kalacağını Düşünüyorum (Özel Röportaj)

Erman Kunter: Fenerbahçe Beko’nun Final Four’a Kalacağını Düşünüyorum (Özel Röportaj)
Erman Kunter: Fenerbahçe Beko’nun Final Four’a Kalacağını Düşünüyorum (Özel Röportaj)

Basketbolla ilk nasıl tanıştınız ve basketbolcu olmaya nasıl karar verdiniz?

Şimdi ben basketbolla orta okulda başladım. Yani biraz da geç başladım işin aslına bakarsan. Galatasaray Lisesi’nde okurken ortaokul ikiye kadar falan futbol, hentbol gibi şeyler yaptım. Sonradan İstiklal Caddesi’ndeki ana binaya geçtiğimizde o kadar çok basket sahası vardı ki o yüzden basketbola başladım. Önce bir yaz okuluna gittim, İstanbul Teknik üniversitesinde. Ondan sonra teknik üniversitede lisansım çıktı. Çok kısa bir süre içerisinde de A takıma yükseldim.

Aslında herkesin aşağı yukarı geçtiği yolu siz de geçmişsiniz.

Aynen.

Oyunculuk kariyerinizle alakalı aslında konuşmanız gereken bence çok şey var ama bunu konuşmak uzun sürebilir, koçluk kariyerinizi de göz önünde bulundursak. Dolayısıyla tek bir soru soracağım. Onu da tahmin edebiliyorsunuzdur. 153 saytığınız o efsane maç…

O 1990’ların başındaydı. İzmir’deki Hilalspor maçı. Ben Fenerbahçe’de oynuyorum o sene. Fenerbahçe’de iki sene oynamıştım.  Öyle bir şey oldu yani, maçın başlamasıyla beraber ben arka arkaya sayılar attım. Yanılmıyorsam birinci dakikada dolmamıştı ve 13 sayı yapmıştım. Ondan sonra da bütün takım arkadaşlarım topu bana verdiler. Tabii o zaman insan fark etmiyor 153 sayının ne kadar önemli olduğunu. Bu oyun kurallarıyla, bugünkü sertliklerle falan.. Çok da kolay bir şey değil yapılacak. O zaman biraz daha yumuşaktı bir oyun. Yine de çok güzel günlerdi, çok güzel bir gündü. İlk baştan farkına varamadık, fakat sonradan haberlerde, o zamanki televizyon kanalları sınırlı tabii, başladı çıkmaya. Öyle de geçti gitti.

Peki o gün salona gelirken bir şeylerin farklı olacağını hissediyor muydunuz?

Yok, hiç öyle bir şey hissetmedim.

Oyunculuk kariyerinizden koçluk kariyerinize geçiş nasıl oldu?

Benim şansım oyunculuk kariyerimde çok iyi antrenörlerle çalışmaktı. Baktığın zaman Batur Abi, Fehmi Abi, Aydan Abi, Cavit Abi tabii en başında İTÜ’deki… Ben böyle çok meraklıydım, çok soru sorardım antrenörlerime. Teknik, taktik konularla ilgili daha çok, maçtan sonra ‘’Nasıl yapmam gerekiyor?’’ derdim. Bu konuda bütün antrenörlerim bana çok yardımcı oldu. En son 2 koçum diyebileceğimiz Fehmi Sadıkoğlu ve Aydan Siyavuş’la çok konuştum. İkisinin de bana önerisi, büyük ihtimalle benim sorduğum sorulardan kaynaklanıyor, mutlaka sahada kalmam ve antrenörlük yapmam gerektiğiydi. Ben de önce Darüşşafaka’da 1 sene teknik menajerlik yaptım, arkasından A Takım antrenörü oldum. Arkasından Milli Takım antrenörlüğü, o bittikten sonra 1 sezon Galatasaray’da çalıştım ve sonra 2003’te Fransa’ya gittim ve çok uzun süre orada çalıştım.

Bunların hepsini soru olarak size soracağım. Milli Takım’la başlayabiliriz. O dönem Milli Takım’ın oyun tarzını değiştirmeye takımı gençleştirmeye çalıştınız. Bunu o zaman için yenilikçi ve cesur bulduğumu söylemeliyim ama sanıyorum ki sonu pek sizin hayal ettiğiniz gibi olmadı. Bu durumu kendi açınızdan değerlendirebilir misiniz?

Ben 200 üzeri maça çıkmış bir milli basketbolcu olarak ve Amerika’daki özellikle üniversite maçlarını takip eden birisi olarak Türk basketbolunda bir yenilik yapmak istedim. 1997’de A Milli Takım antrenörlüğüne başladım ve ben sadece takımı gençleştirmeye değil, takıma yeni bir oyun felsefesi getirmeye çalıştım. Şu an daha farklı bir boyutta tabii ama o dönem Türk basketbolunun çok statik olduğunu düşündüm. O zaman ABD’de bu konuda çok yayın vardı, onları yakından takip ettim ve Türk basketbolcusunun bu sisteme uyabileceğini düşündüm. Bir de bir sıkıntı vardı, hala da var, oyuncu yelpazemiz çok dar. 2000’den 25 yıl geçti, hala aynı sıkıntıyı yaşıyoruz. Oyuncu yelpazesi dar olduğu sürece oyuncuların birbirini itme mehvumu veya faktörü ortadan kalkıyor. Elit oyuncu pastasını büyütmemiz lazım. Ben buna çalıştım. Tabii, doğaldır bazı tepkiler aldım ama bildiğim yoldan şaşmadım açık söylemek gerekirse.

1999’da bir Milli Takım vardı, o takım esasında geniş bir Milli Takım’dır. 80 doğumlular da vardır 79 da 78 de. Bir Avrupa Şampiyonası’na gittik, herkes bizim sonuncu olmamızı beklerken biz son topa Olimpiyat şansını kaçırdık. Oyun kurucumuz Kerem(Tunçeri) gençti o zaman.

20 yaşında olması lazım.

Aynen. Hidayet keza aynı şekilde, Mehmet Okur keza aynı şekilde. Yani ben buna çok çalıştım. Geniş de bir kadrom vardı ama kamp döneminde bazı sakatlıklar oldu, ondan dolayı gençleştirme projesine biraz ara verdik. Turnuva bittiğinde ben TBF’ye bir rapor verdim. Bunun daha ciddi şekilde üstüne gidilmesi gerektiğini söyledim. Arkasından bizden daha tecrübeli takımlarla bir turnuva organize ettik, ‘’Avrupa Uluslar Kupası’’ diye. Oradaki tek gayem 78-79-80 doğumluların takıma daha fazla entegre edilmesiydi. O turnuvada önceki Avrupa şampiyonu İtalya’ya kaybettik. Ondan sonra da federasyon benimle devam edilmemesi gerektiğini söyledi. Onların fikridir bu. Neticede bir işveren vardır bir de benim gibi koçlar vardır. Böyle bir karar verildi. Ben de antrenörlüğe Türkiye’de Galatasaray’da devam ettim 1 sene ve sonra Fransa’ya gittim.

Sonraki sorum 2. Cholet döneminizle alakalı. O dönem hem rekabetçi kalıp hem de Nando De Colo, Kevin Seraphin, Fabien Causeur gibi dönemin genç oyuncularının çıkışına liderlik ettiniz. İkisini aynı anda nasıl yapabildiniz?

Orada ilk dönem Fabien var, Rodrigue’ı (Beabouis) unuttun, o var. Mike Gelabele var, Rudy Gobert var. Yani o çok büyük bir yelpaze. Biz 2 veya 3 senelik bir projeyle bu işin yapılması gerektiğini düşündük. Kulübün yapısı da buna müsaitti. Çok iyi bir altyapısı vardır Cholet’nin, çok güçlüdür. Bu altyapı o kadar muazzam bir akış sağlıyor ki..

En çok zorlandığım sene 2009’du. Şöyle, o sene 2 Avrupa kupası oynanıyor. ULEB yoktu. Biz bir nevi Koraç Kupası gibi bir kupada final oynadık. (Eurochallenge) FIBA’nın organize ettiği en önemli turnuvaydı. O sene 3 oyuncu aynı anda takımdaydı: Nando, Rodrigue ve Kevin. Üçüne de süre vermek lazımdı, yeteneklilerdi. Biz her sefer 2 veya 3 tanesine süre verdik. Yani süre dediğim işte 18 dakika. 20 dakika… Nando’ya biraz daha fazla vermiştik, o daha çabuk gelişmişti. Onları biraz daha veteran yabancı oyuncularla takviye ettik. Ben yabancı oyuncu seçerken bile altyapı oyuncularımızın önüne geçmemesi için çok ağırlığı olan oyuncular seçmedim, açık söyleyeyim. Bu çoğu kişinin bilmediği bir konudur. Ben Nando’ya ilk şansı verdiğimde NBA Draft’ı olmuş bir oyuncuyu Aralık ayı sonunda kestim, sırf Nando’nun süresini arttırabilmek için. Onlara inandım, onlar da bana inandı. Neticede çok iyi sezonlar geçirdik.

Sonra Nando ayrıldı, İspanya’ya gitti. O sene biz şampiyon olduk. Çok enteresandır, Nando’suz olduk. Le Mans’da da aynı şekilde. Tabii bu arada Charles Kaudi de var, ASVEL’de şu an basketbolu bırakmak üzere. Youssuopha Fall da var, Barcelona’da. Fall Le Mans’da benim oyuncumdu. Petr Cornellie var, 2.5-3 sene çalıştım onunla, sonra draft oldu. Genç oyunculara daha fazla şans verirsen epey bir şeyi atlatıyorsun, bir sürü sıkıntı aşılıyor. Önemli olan oyuncuya şans vermek ve onlara kendilerinden ne beklendiğini çok net hatlarıyla anlatmak. Ben bunları yaptım. O zaman senin de sorduğun gibi rekabetçi oluyorsun. O oyuncuları motive etmek.. Bunlar çok hoş duygular. Herkes farklı motive olur, kimisi rakipten korktuğu zaman kimisi de ‘’poh pohlandığı’’ zaman. Önemli olan sporcunun sakatlanmadan blok halinde sezonu oynaması. Biz zaten çok ağır idman yaptık, açık söyleyeyim. Her gün 2 antrenman yaptık. Şu an belki de böyle bir şeyi yapmak mümkün değil, hele şu maç temposunda. Şöyle söyleyeyim, akşam maç oynuyoruz. Sabahında antrenman çok yaptık. Ceza antrenmanı falan da değil bu. Maçtan sonra staff olarak çok çalışıyorduk, bilmiyorum şu an nasıldır ama biz maçtan sonra maçı tekrar izleyip oradaki hatalara göre ertesi gün, akşamüstü yapacağımız antrenmanların programını çıkarıyorduk. Burada kondisyoner meselesi çok önemli. Bu parselasyondur, yani ona güveneceksiniz ve anahtarları bir yerde ona teslim edeceksiniz. İşine karışmaya başladığınız zaman, yapamazsınız. Benim antrenman programım uzun değildir, hiç olmadı da ama 20 dakika mutlaka kondisyoner çalışır. 10 dakika öncesi, 10 dakika sonrasında. Oralarda çok açığım yani.

Peki o dönemin genç oyuncularıyla hala iletişim halinde misiniz?

Tabii, tabii. Rodrigue’i zaten görüyorum Efes’te oynadığı için. Nando ile de konuşuyorum. Nando’nun babası eski antrenör, annesi sporcu. Kevin’le az konuşuyorum ama Fransa’ya gidince muhakkak konuşuyorum. Fabien ve Rudy ile aynı şekilde. Mike Gelabele’i mutlaka görüyorum. O takımda bize çok fayda sağlayan, katkıda bulunan Claude Marquis vardı. Onu kalp krizinden kaybettik, çok yeni yani bir 6-8 ay oldu. Jim Bilba, Fransız Milli Takımı’nın en önemli oyuncularından bir tanesiydi, kaptandı. Benim de yardımcı antrenörlüğümü yaptı uzun süre, onunla sürekli konuşuyorum. Çocukları takip ediyorum yani. (Gülerek)

Çok güzel. 2.Cholet döneminizden sonra Beşiktaş’a geldiniz, 3 kupalı sezonun ertesinde. Kadronun çoğu yüksek maaşlara başka takımlara gitmişti ve sponsor krizi vardı. O sezon gemiyi karaya nasıl yanaştırdınız?

Bir sene önce çok başarılı bir takım var ve Beşiktaş’ta büyük bir düşüş oluyor bütçede. Çok da büyük borç var. Ben bir antrenör gibi aynı zamanda genel menajer gibi çalıştım. Ve yani, inanın bana, neredeyse bütçe kadar borç var. Elde hiç yok. Mesela, diyelim ki bütçe 3 lira, borç 2,8. Şimdi bizim bir çare bulmamız lazım. O zaman çok tenkit ettiler beni. Haklılar da. Beşiktaş büyük camia. Galatasaray, Fenerbahçe bunlar büyük camia. Onlar hep iyi takımlar olsun istiyorlar. Ama şimdi adamın kontratı bir lira. Adama borcumuz 0,8. Yani hiç ödenmemiş adama. Bunu bir şekilde bizim kurtarmamız lazımdı, ne yaptık? Oyuncuların bir kısmını bonservis bedelleri alarak, hatta Arroyo örneğini vereyim ben sana. Onu bonservis bedeliyle elden çıkarttık fakat borcu da sildik. Dedik ki ‘’Biz seni bırakıyoruz ama borcunu da sil.’’ İnanır mısın borcun yaklaşık yüzde yetmişini bu şekilde kapattık. Adamlara borcumuz var, adamların kontratı var. Ben Beşiktaşlıyım, bunu herkes biliyor. Ailemden gelen bir gelenek bu. O kadar zor bir durumda kaldım ki… Elimizden çok önemli oyuncuları çıkarttık ve 5 milyon dolar borcu 600 bine indirdik bir senenin sonunda.

Fakat Beşiktaş devamlı yüksekte kalması gereken bir takım. Bir sene sonra ben başa çıkamayacağımı anladım. O zaman başkan Fikret Orman’dı. Başkanla konuştuk. Ben ‘’Bu projeye biraz daha devam edelim.’’ Dedim. Benim de kontratım var, hatta ben kontratımın bir kısmından vazgeçtim. Ben ‘’Her tarafa yetişemiyorum, hem takım hem finans durumuna. Bir tane kontratı daha makul bir antrenör bulalım. Ben sportif direktör olarak bu borcu indireyim.’’ dedim. İlk gittiğim isim de çok enteresandır, belki ilk defa sana söyleyeceğim, Ufuk Sarıca’ydı. Ufuk Beşiktaşlıdır. Gayet doğaldır profesyonel bir hayatımız var, onun da. Ortaya karşılayamayacağımız bir tablo çıktı. Hatta ben Ufuk’la çok konuştum. ‘’Bu sene böyle geçsin, seneye borcumuz sıfıra iner. Sponsorla kapatırız bunu.’’ dedim ama ulaşamadık ve sonra bize finansal olarak yük getirecek başka isimler gündeme geldi. Bu arada sezonun bitmesine çok az süre kala Le Mans transfer teklifinde bulundu, 3 senelik bir kontratla. Beni Fransa’da temsil eden oyuncu temsilcim bunun iyi bir teklif olduğunu söyledi. Orada şartlar daha farklıdır, vergi falan ağır yüklerdir kulüp açısından. Ben Le Mans’la anlaştım. 1 sene daha kontratım olmasına rağmen ve güçlü bir kontrat olmasına rağmen Le Mans’a gitmeye karar verdim. Orada da Fransa Kupası’nı kazandık finalde ASVEL’i yenerek. Arkasından çok kısa bir Galatasaray maceram var.  Yani insan böyle 3 büyükler çağırınca reddemiyor. Fenerbahçe’de 153 atmışım. E ben Galatasaray Liseliyim. Yönetim kurulunda 10 tane liseli varsa 6’sı benim arkadaşım. Onları da kıramadım fakat orada çok büyük bir sıkıntı yaşadık. Biz en son bir maaş aldık ve bir daha şubat’ta maaş aldık. İnsan tabii demoralize oluyor. İşte bu böyle kaldı.

Sonra Fransa’dan bazı teklifler geldi ama hani bir laf vardır ya: ‘’Attığın taş ürküttüğün kuşa değmez.’’ Hem maddi olarak hem de altyapısı kuvvetli olmayan takımlar beni pek cezbetmedi. Ben altyapısı güçlü kulüplerle çalışmayı isterim.

Siz biraz açıklıyor gibi oldunuz ama sormak isterim yine de. ASVEL’e karşı oynadığınız kupa finalinde planınız neydi ve ne ölçüde tuttu?

Planlardan biri Chris Lofton’du. Kariyerinin sonunda gelmişti Chris. Benim çok takdir ettiğim biri, karakteri de çok düzgün. Hani meşhur bir film var ya ‘’Sniper’’, biz onu öyle kullandık o gün. Yanılmıyorsam 19 dakikada 22 sayı falan yaptı. (Chris Lofton o gün benchten gelerek 21 dakikada 21 sayı atmış.) Onu her periyotta 5’er dakika oyuna attık fakat oyuna girdiği zaman anahtarları ona teslim ettik. O mahvetti onları yani tek başına. (Gülerek) O takımda Mouphtaou Yarou vardı, Petr Cornelie vardı. Çok fazla oynamıyordu gençti çünkü. Dediğim gibi biz onu bu şekilde kullandık, 3 dakikada 6 sayı atıyor sonra onu çıkarıyoruz. O çok etkili oldu. Fransa’da benim kazanmadığım kupa yok.

Bu gerçekten inanılmaz bu arada.

 Lig Kupası, Federasyon Kupası, Fransa Süper Kupası , lig şampiyonluğu… Artık arada derede bir sürü kupa kazandık. (Gülerek) Bir de yanılmıyorsam Vincent Collet’den sonra Fransa’da en çok 1.Lig maçı yönetmiş antrenör olma ihtimalim çok kuvvetli. Fransa’daki altyapıyı Türkiye’den daha iyi tanıyorum çünkü orada koçluk yaptığım süre, Milli Takım da dahil olmak üzere Türkiye’deki süremden daha fazla.

Kısa bir Tunus Milli Takımı maceranız oldu. Orada da hikaye sanırım pek istediğiniz gibi bitmedi. Tunus tecrübenizi ve Afrika basketboluna dair fikirlerinizi dinlemek isterim.

Orası çok büyük bir potansiyel, Tunus için demiyorum ama Tunus çok büyük bir ülke, iyi oyuncuları var. Zamanında Michael Roll’u devşirmişler, Salah Mejri gibi bir oyuncuları var. Mejri Tunuslu olmasına rağmen Avrupa’da önemli bir oyuncu. Onların hepsi kariyerlerinin sonuna gelmişti. Bir de organizasyon bozukluğu var. Kolay değil. Yanımda yardımcı antrenörüm Tulüay Demirkuş’u ve Fransa’dan kondisyoner Sebastian Morin’i getirdim. Kontratlara uyulmazsa, çok fazla detaya girmeyeceğim, o insanlara verilen yazılı ve sözlü sözler yerine getirilmezse o zaman olmuyor. Benimki çok önemli değil, bir şekilde konuşur, anlaşır çözeriz onu ama benim ağırlığımı koyarak oraya getirttiğim insanlara karşı sorumluluğum var. Bu konuda ben kendimi sorumlu hissettim ve bu yüzden kısa geçti.

Afrika Basketboluna gelince. Güney Sudan’ı biliyorum, Senegal’i biliyorum, Kongo, Yeşil Burun Adaları, Fildişi Sahili… Mali de öyle. Muazzam bir potansiyel var. Zaten NBA de bayağı yakından ilgileniyor çünkü müthiş bir kaynak var. Enteresandır Afrika’dan, sana da söylemiş olayım, beni hala arıyorlar. 1.5-2 ay önce de bir milli takım antrenörlüğü teklifi geldi. Çok büyük bir potansiyel var orada. Tam takımlarıyla oynasalar çok iyi takımları var ama çoğu gelmiyor. Yani Senegal asıllı ne kadar oyuncu var, düşün. Fildişi Sahili, Kongo aynı şekilde. Tunus’un şanssızlığı ırk olarak bizim tarafa yakın olmaları, mesela Mali’de 2.10’luk 8 tane oyuncu çıkabilir karşına. Güney Sudan bu potansiyeli çok iyi değerlendirdi. Bir savaş geçiriyorlar, bütün gençler yurtdışına gidiyor. Çok etkili ve başarılı oluyorlar. Oradan bir Milli Takım geldi ve ABD’ye karşı 1 sayıyla kaybettiler.

Orada galiba Luol Deng federasyon başkanı. Ciddi bir atılım yaptılar.

Çok büyük bir özveri gösteriyor, maddi ve manevi. Özellikle maddi. Özel uçaklar kaldırıyorlar. Ellerinde iyi oyuncular var. Çok yetenekliler. Panathinaikos’taki Gabriel, çok iyi oynuyor. Partizan’daki Carlik Jones var. Daha çok oyuncuları var. Benim de bir oyuncum oldu, Peter Jok diye. Cholet’de benimle çalışmıştı, 3 numara. Çok yetenekli oyuncular var. Afrika en eski kıta ama yeni keşfediliyor açık söylemek gerekirse.

Merak ettiğim başka bir konu da var. 2021’de başkan adayı olarak, 2024’te de Efe Aydan’ın listesinde TBF seçimlerine girdiniz ancak sonuç istediğiniz gibi olmadı. Ben sürece dair bir özeleştiri veya duruma yönelik eleştirilerinizin olduğunu düşünüyorum. Bunu da sizden duymayı isterim doğrusu.

Ya şimdi şöyle, biz böyle bir yola çıktık. Türk basketbolunun iyi gitmediğini düşünenlerdeniz. Netice olarak yani sonuçları görüyoruz. U-20 takımımız küme düşmüş, U-20 demek 4 sene sonrasının Milli Takım’ı demek. Altyapıdan gelen oyuncu sayısı azalmış. İyi gitmediğini düşündük. Ben aday oldum. Efe ile zaten, takım kaptanım o benim. Hep aynı şekilde hareket ediyoruz. O ne derse benim dediğimdir, ben ne dersem onun dediğidir. Bazı şeyleri değiştirmek gerektiğini gördük, aday olduk fakat aday olurken biraz safça aday olduk. Biz zannettik ki insanlar bazı şeylerin farkında ama seçimde çıkan oylara bakınca insanların pek bir şeyin farkında olmadıklarını gördük. Sonra bu son seçimde, ben ‘’Çok yıprandım bir şeyleri anlatmaya çalışırken. Belki ben anlatamadım.’’ dedim. Efe’ye ‘’Sen aday ol.’’ dedim. O da epey düşündü ve ‘’Peki o zaman.’’ dedi. Bu sefer sosyal medyayı biraz daha kullandık fakat maalesef artık siyaset sporu çok yönetmeye başlamış, bunu gördük. Ve kazanamayacağımızı bilerek girdik. Belki insanlara bir soluk, nefes getirdik.

 Ben yazı yazıyorum Cumhuriyet’e. Ben yazılarımda her şeyi tenkit etmek yerine tenkit yaptıktan sonra neler yapılması gerektiğini de yazıyorum. En azından bizi ciddiye alırlarsa faydamız olur diye… Yalnız tenkit etmek dünyanın en kolay şeyi ama ben mesela ‘’Şu şöyle yapılmamalı.’’ ya da ‘’Bu insanla çalışılmamalı. Altyapıda böyle yapılmalı.’’ şeklinde yazıyorum. Ama dediğim gibi neticede bu bir seçim. Delege sisteminin yanlışlığından falan hiç bahsetmeyeceğim. Basketbol basketbolcular tarafından yönetilmeli. Bizim çocukların, gençlerin yani genç diyorum onlara; Hidayet’in, Hüseyin’in, Harun da var, basketbolcu olduklarını biliyoruz. Çok da iyi oyunculardı, başarılı sporculardı ama benim gördüğüm kadarıyla basketbol camiasını tam olarak kucaklayamadılar. Benim gözlemim bu. Biraz liyakatten uzaklaşma, son günlerin deyimlerinden bir tanesi, biraz şeffaflık, altyapıya biraz daha fazla önem vermek… Bunları dile getirdik ama demek ki federasyonu seçen delegeler bu durumdan memnunlarmış ki devam ediyorlar.

Son olarak, EuroLeague play-offlarına dair görüşlerinizi alarak röportajı bitirebiliriz.

Ben bundan 1 ay önce S Sport’taki bir programda söylemiştim zaten. İlk dördün değişmeyeceğini, belki sıramalanın değişeceğini. Fenerbahçe’nin içeride aldığı sürpriz mağlubiyet birincilikten etti. Ama ilk 4 aşağı yukarı bir ay önceki ilk 4.

Ben Olympiakos’un ilk turu geçeceğini düşünenlerdenim. (Röportajı 18 Nisan Cuma günü yapmıştık ve Real-Bayern maçı oynanmamıştı fakat koç kim gelirse gelsin Olympiakos’u favori gördüğünü söyledi.) Fenerbahçe’nin Paris Basketbol’a çok saygı göstermesi lazım. Biraz gevşek tutarlarsa acı bir sürpriz olabilir Fenerbahçe için ama kadro olarak yeterliler. Rakibe saygı gösterecekler yani bu adamlar Real Madrid’i Madrid’de yenip 7. oluyorlar. Kolay işler değil bunlar. Hele hele böyle ‘’money-time’’ bir maçta.

İlk sezonlarında bir de.

Tabii. Fenerbahçe kadro yapısı ve bench derinliği olarak saygı gösterirse sıkıntı yaşayacağını düşünmüyorum. Euroleague Final Four’a kalacaklarını düşünüyorum. Anadolu Efes’in 8 maçlık galibiyet serisi çok büyük bir ‘’hold-up’’, tam manasıyla. Hiç kimse Efes’in, bırakın play-off’a kalmayı play-in’i şüpheli görüyorlardı. Üç tane deplasman maçı vardı ve art arda kazandılar hepsini. Bayern, Partizan ve Kızılyıldız. Bunlar direkt rakiplerle oynanmış maçlar. O yüzden Panathinaikos- Efes serisini ortada görüyorum. Monaco-Barcelona’da da ben Monaco’nun geçeceğini düşünüyorum. Böyle bir tahmin yapmış olayım.

Murat Can Belli

NBA\'de Günün Sonuçları ve Maç Programı
NBA maç sonuçları ve TV programı

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz