Son Periyot

Hasret

Hasret

Kobe Bryant’ı ilk kez bir Sprite reklamıyla tanımıştım. Basketbol oynamaya yeni başladığım yıllardı. Sene 1997 veya 1998 olsa gerek. Hatta aynı reklam filminde yanlış hatırlamıyorsam Grant Hill ve Tim Duncan da vardı. Detaylarına hakim değilim ama afro saçlı genç Kobe ile Sprite markasının yan yana geldiğini çok net hatırlıyorum.

Aynı yıllar, Michael Jordan’ın Chicago Bulls’taki son dönemiydi. Kanal D NBA maçlarını yayınlıyordu. Sinemada seyrettiğim Space Jam’in ardından Jordan’ı ekran başında da izlemek bana acayip keyifli gelmişti. Genç Kobe’nin parkedeki hünerlerinden o zamanlar habersizdim. Neler yapabileceğini öğrenmem ise fazla uzun sürmeyecekti.

Los Angeles Lakers 2000, 2001 ve 2002 yıllarında peş peşe 3 NBA şampiyonluğu yaşadı. Lakers’ın bu üçlü dominasyonunda en çok öne çıkan isim şüphesiz ki pota altında imparatorluğunu ilan eden Shaq’tı. Ancak bu üç zaferde Lakers’a en kritik anlarda can suyu veren Kobe’den başkası değildi. Kobe o senelerde Shaq’ın gölgesinde kalmıştı ve bu durum ikilinin arasını açmıştı. Kobe’nin Kara Mamba’ya dönüşmesinde belki de Shaq’la yaşadığı ego çatışmasının da etkisi vardı.

2002-2003 sezonuydu. NBA karşılaşmalarını artık Kanal D yerine NTV veriyordu. Basketbol, hayatımda daha ciddi bir yer kaplamaya başlamıştı. Çorlu Kartalspor’un gardlarından biriydim, dahası takım kaptanıydım. Basketbol nereye, ben oraya mantığıyla özellikle NBA maçlarını kaçırmamaya çalışıyordum. Yine böyle bir hevesle Lakers’ın maçını açtım. Sanırım rakibi Knicks’ti.

Kobe o gün adeta bir resital sergilemişti. Bir oyuncu her hareketi nasıl bu kadar estetik yapabilirdi? Iverson’ı, McGrady’yi, Carter’ı, Francis’i izlemek de benim için büyük keyifti ama Kobe’nin bambaşka bir zarafeti vardı. Ayrıca her aksiyonunu kuyumcu titizliğiyle icra ediyordu. Basketbolun ince detaylarına çok kafa yorduğu belliydi. Lakers o sezon şampiyonluğu kaybetti, fakat Kobe sayesinde bir taraftar kazandı. Çorlu Kartalspor ise aynı sezonu küçükler liginin Tekirdağ şampiyonu olarak bitirmişti. Kobe’nin verdiği ilhamın da bunda payı vardı tabii ki.

Kobe basketbolseverlere sayısız anı bıraktı. Raptors’a 81 sayı atması bunun akla gelen ilk örneği. Modern NBA çağında bu skoru üretmek gerçekten akıl alır gibi değildi. Aklın almayacağı bir işi elbette Kobe’den başkası başaramazdı. Üstelik bunu yaparken maçı da kazandırmıştı. Shaq’ın ayrılığının ardından Lakers’ı azimle ve sabırla yeniden zirveye çıkaran da, 8 yerine 24 numara forma giymeye karar verip Jordan’a bile meydan okuyan da kendisiydi. Sahi, başka türlü Kara Mamba olmak mümkün müydü?

Çok sevdiğiniz bir insanı kaybettiğinizde ruhunuzdan bir parça kopar. Onun yerine kimseyi koyamayacağınızı bilirsiniz. Kobe yeryüzündeki milyonlarca basketbolseverin gözünde böyle biriydi. Gençliğindeki asi ve kibirli tavırlarını zamanla törpüleyip olgunlaşması, oyuna olan tutkulu adanmışlığını her fırsatta hissettirmesi, yeni nesil yıldızlara bir ağabey gibi mental destek vermesi Kobe’yi apayrı bir mertebeye ulaştırdı. Kızı Gianna’yla beraber kadın basketbolu için verdiği uğraşları da unutmayalım.

Her büyük sporcu ve her insan gibi Kobe’nin de bir gün vefat edeceğini biliyorduk. Ölümün Kobe gibi benzersiz bir karakteri bu kadar erken ve bu kadar trajik bir şekilde yakalayacağını ise hiçbirimiz bilmiyorduk, dahası böyle bir hazin sonu istemiyorduk da. Ama an gelir, Kobe Bryant bile ölür. Geride eşsiz, unutulmaz ve özlem dolu hatıralar bırakarak…

Exit mobile version